Gri Bey, iki parmağı arasında tüten sigarası, elinde çayı ile bacak bacak üzerinde atmış; sanki köy kahvesinde yoldan geçenleri izliyormuşçasına duvarda asılı duran anahtar takımını izliyordu sakince. Aklında her zaman Adapazarı'ndaki köyü vardı böyle anlarda ve yine konuya tam ortasından yıldırım gibi girdi.
-Bu yaz bana gel. Çık yaylaya bir bak. Motor kullanabiliyor musun sen?
-Evet otomatik kullanırım. Dört tekerli mi iki mi?
-Bende ATV de var. İki tekerlinin birini köye gönderdim. Her şey var bende. Ev kocaman. Baban gördü. Peh!
Kahramanımız kollarını birleştirmiş, sandalyesini ileri geri sallarken her cümleyi dikkatle dinliyordu. Ufak bir gülümsemeyle:
-Bu yaz bir hafta Ada'dayım o zaman.
Baş kahramanımızın -ne kahraman ama!- ne düşündüğünü bilmemiz mümkün değildi. Zaten bir kişinin baş kahraman olması zihnini okumamıza olanak vermez.
-Gel anasını satayım. Yemyeşil dağlar, Eskişehir'e uzanıyor. 20 metre rampa var, ama uçurum değil hafif rampa. Çıkarken sarmaşıklar var üstünde, dar geçitten geçiyorsun bir çıkıyorsun yaylaya anasını satayım peh. Ihlamurlar, kestaneler... Gürgen ağaçları var adam saramaz, kocaman. Gökyüzünü kaplarlar.
Gri bey iştahla yaylasını anlatmaya devam ediyordu. Gözündeki parıltıya dikkat kesilseniz sanki tepesinde dumanlar tüten, koca yeşil dağları görecekmişsiniz gibi heyecanlıydı. Tam o sırada duvarda asılı duran anahtar takımının ve bu dükkandaki geriye kalan her şeyin sahibi, beyaz saçlı, orta boylu bay Kırmızı elleri cebinde sakince içeriye girdi:
-Burası değirmen gibi, para gökten yağar un olur dağılır gider.
O sırada çay dolduran ve önceki günün maç özetlerini dinleyen Bay Sarı bir göz kısık, ağız kenarında sigarasının izin verdiği ölçüde mırıldandı:
-Çay iç abi.
Etkilendim.
YanıtlaSil