11 Ağustos 2024 Pazar

Öteki Mektuplarım VI

Değerli günlük,

Egeye taşınmamın beşinci ayındayım. İzmirde liderlik vasfı olmadığını her zaman söylemişimdir. Fakat Dikili İzmirden bağımsız çok hoş, sakin ve doğal bir yer. Burada yaşamaktan, uyanmaktan, yürümekten ve denizi izlemekten aldığım keyfi tabir edemem. Hala bunun gerçek olduğuna inanmış değilim. Sabah güneşin evrelerini izlemek için istemsizce sık sık uyanıyorum. Düşündüğüm gibi akşam iş çıkışında şortumu giyip 18:00 sularında denize giriyorum. Gurme markette bile bulunamayan doğal bir domatesi semt pazarından alıp, akşam terasımda yemek pişiriyorum. Ehliyetimi gelişimin 2. haftasında kaptırdığımı da not düşeyim. Burada yaşamak genel olarak harika, eksik olan tek şey sevdiklerimizin her an yanımızda olamamaları.

Fakat iş istediğimiz gibi gitmedi. Şirket açısından bunun böyle olacağını biliyordum ve gereken uyarılarımı yapmıştım. Dinlenmediğim her konuda ibretlik durumlarla karşılaşıp, hiçbirinden de hala herhangi bir ders alınmadı. Şartlar iyiye gideceğine, gözlerime baka baka kötüleştirildi ve buna teselli olarak "biz bir aileyiz"(siamo una famiglia) korosu söylendi. Biz de çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten. Büyük ihtimalle buradaki işime kısa sürede son verip kendime yeni bir macera atayacağım.

Duygusal bir balığım fakat Dostoyevski kadar da bir realist. Her şey beklediğimiz gibi gitmeyebilir, buna yalnızca ahmaklar üzülür. Gerçekçi bir kişi yaşamın dinamiklerini selamlayıp yoluna devam etmek zorundadır. Kim bilir, belki bir yıl içinde Toskanaya yerleşip kendi karavan bayimizin kapısını açarız sabahları.

Işığı biz seçemiyoruz, ışık bizi seçiyor ve aydınlatıyor. Karanlık ise seçim değil mecburiyet. Yine de bu ışığın önüne yürümeyeceğimiz anlamına gelmez.


Biraz alkolden bahsetmemiz gerekir. Rakı ile balık ya da viski ile çikolata klişelerini bir kenara bırakabilirsek, medeniyetimiz o gün ileriye doğru uzun bir sıçrayış gerçekleştirecek. Balık şalgam ya da ayran ile çok daha güzel gider. Hiçbir alkolün yanına da çikolata ya da künefe gibi şekerli bir şeyi yakıştırmam. İnsan hangi tatları seviyorsa onları birleştirebilir beraber tüketebilir. Ben alkol ile en çok ayran içmeyi severim ve en iyi mezenin her zaman ekmek olduğunu düşünürüm. Güzel ekşi maya bir ekmekten daha iyi bir besin yoktur dünyada. Tabi bizim fırınlarımızın bayatlayınca süngere dönen beyaz ekmeklerinden bahsetmiyorum. Viski ile neden ayran tüketilmesin? Harika bir eşleşme çünkü mideyi her zaman toplar. Sıvı bir haydaridir bir bakıma. Viski denince Chivas balonu, yok rakı denince ceylan gözünden damıtılmış sonra bronz fıçının yanından geçmiş bilmem ne hikayeleri. Tekelci ve günlük kiralık ev bireylerinin tercihidir Chivas ve tüm İskoç viskilerinin tadı çok benzerdir eğer alman kurdu kadar tat olma dokunuz yoksa. İrlanda viskilerini tercih ederim. Git kendine bir Red Label ya da Jameson al sevgili günlük. Meşe fıçıda ben de bekleyebilirim, yine de tadım çok güzel bir noktaya gelmeyecektir.

Alkol içmek en büyük üç hobimden biridir. Fakat alkolü bir enstrüman olarak kullanmazsak alkol bizi flüt gibi çalmaya başlar. Alkol içmeyi bilmeyen arkadaşlarımız, ne yazık ki çevrelerine karşı hayatı zindan etmeye yemin etmişçesine taarruz içindeler. Bu son birkaç ayıma oldukça yorgunluk kattı. Fil görünümlü fareler artık bardağı taşırdı.


Geçmiş İtalya tatilimizden bahsetmem gerekirse tek kelime ile harika. Yaklaşık 1200 km Toskana köylerinde yolculuk ettik ve Ortaçağ hayranlığıma yeniden serum yeniledi. Doğa olarak bizim Egemizden hiçbir farkı yok fakat bu topraklara öylesine saygı besleyip iyi bakıyorlar ki biz bu saygısızlığımızla yaşamayı bile haketmiyoruz. Ulusal bir mimarimiz bile yok. Tek bir sembolümüz var o da camilerimiz. Camilerimizin hepsi de 537 yılında yapılan bir Bizans Katedralinin kopyaları; Ayasofya. İtalyada iyi malzeme iyi bir yemek sonucunu doğuruyor ve iyi malzeme bizim ülke olarak unuttuğumuz bir şey. Yediğimiz tavuktan domatese, etten hamura her şeyimiz sonuncu sınıf kalitede. Oysaki çok iyi bir mutfağımız var. Yine gideceğim ve sonrasında yine gideceğim.


Burada günlerimin eskiye nazaran çok daha sakin ve doğal geçtiğini düşünüyorum. Biraz daha susup kendimi dinlesem Onorius olarak filozoflaşmaktan da çekiniyorum. Bir insan yalnızken ne düşünüyorsa o saf kendisidir diyebilirim. İnsan hayatın tüm unsurları etrafını sardığında farklı ve suni düşüncelere sahip olabilir. Yaşamın kargaşa ve koşturmasında biz gerçek biz miyiz, bilmiyorum. Benim ilgi alanlarım toplumun ilgi alanlarıyla aynıysa "işte ne denli entelektüel biri" deniyor. Kimsenin bir farklılaşmaya, özgünleşmeye tahammülü yok. İnsanların çoğu sıcak havada denizi görmeye geliyorlar. Oysa deniz güneşe bağımlı değildir. Bulutlar altında da güzel bir deniz görülebilir.


Çok üzgünüm çünkü şu an göbeğim, "işte orada, yakalayın" dedirtecek kadar gerçek. Ondan çok daha mutluyum, çünkü yoluna sevgiler, aşklar tükettiğim biri var.

Unuttum bazı yazacaklarımı, halbuki geçen hafta düşünmüştüm. Bu haftasonu Midilli'ye gidebilirim. Şimdilik hoşçakal sayın günlük.

Büyük Honorius'tan sevgiler.

21 Şubat 2024 Çarşamba

Öteki Mektuplarım V

Nereden başlamalı, ilk önce insanın kendisine saygısı olmalı. Kendisine saygısı olmayan insan her şeyi yapabilir. En kötü yemeği yer, dayanılmaz bir ortamda 4 saat ağaç rolü yapabilir, ıssız bir yolda çok çirkin giyinebilir. Ya da çok yakışıksız birini iki saat için koluna takabilir.

Oysaki kendisine saygısı olan insan; dünyadaki son fert kendisi de olsa yaşam ödülünden taviz vermez. En karanlık köşede bile Oscar töreni için hazırdır. Ben bunu hayatımın bir düsturu edinmenin gururunu yaşamaktayım. Evde rakı içerken bile gömleğimi çıkarmam, tişörtle morga girmek istemem.

Peki ya Modern Talking?? Buraya yazılamayacak kadar iyiler. 


Buraya son selam verişimden uzun zaman geçti. Değişimini devam ettiren bir birey olarak olarak ben de değişim gösterdim muhakkak.

Bilirsin hayatın koca bir şaka olduğunu düşünürdüm hep, şimdi ben hayata şaka yapıyormuşum gibi hissediyorum. Daha çok yapacağım şey var, fakat ehemmiyeti yok. Yapıp yapmama arasındaki fark yalnızca yaşam boyunca değerlidir ve bu oldukça sınırlı bir süredir. Yine de henüz çizmediğim çok resim, içmediğim de çok şarap var. 


3. İtalya seferime hazırsındır umarım. Evet iki hafta sonra Toskana fethine çıkılacak. Evliya Çelebi çarpsın ki bu ülkeyi karış karış gezeceğim. Fesleğen kokacaksın, bir de acımasız amansız. Çünkü ben ne kadar İtalyan isem sen de o kadar günlüksün. 

Peki günlükleri günlük yapan nedir? Günlük yazılması mı; ya da hiç cevap vermeden dinlemeleri mi? Sana her gün yazmıyorum, beni dinlediğinden de şüpheliyim. Ama burası yalnızca ve yalnızca ben günlük dediğim işin günlüktür.


Biraz da sizden bahsedelim değerli kadın arkadaşlarım. Hep dürüst, sadık erkek, çoğu zaman da pelüş bir ayı arıyorsunuz; ama ne yazık ki buna uygun davranmıyorsunuz(sözüm meclis dışı). Hiç incitmemişsiniz, hep incinmişsiniz. Yalan söyleyemezsiniz ama hep işitmişsiniz. Çok yargılanmışsınız ama hiç yargılamamışsınız.

Biz de 90'ların masumluğunda geldik dünyaya bir kez daha hatırlatalım. Güvenmemeyi yaşarken öğrendik. Bazen çok sevdiğimiz kız arkadaşımızın, en yakın arkadaşım diye tanıttığı kişinin eski sevgilisi olduğunu öğrenerek edindik bazı tecrübelerimizi. Bazen de aynı cümleleri en yakınımıza da yazılmış bulduğumuzda öğrendik şaşırmamayı. Beni sinirlendirebilirler, ama şaşırtamazlar sevgili günlük.

Bu yüzden insanları çok tırmalamamalısın. Tırmaladıkça hoşuna gitmeyecek bir şeyler bulursun muhakkak. Ummadan uyanmalısın her zaman.

Yine de kimseyi yargılamam, bunu sonradan öğrendim. Çünkü insan dediğimiz varlık budur. Milyarlarca farklı zihin farklı şekilde çalışır ve hepsi kendine göre özgündür. Bir insana iyi ya da kötü diyemem. Salt bir kötülükten söz edebilir miyiz? Mutlak kötülük ya da iyilik var mıdır? Bu ana kadar her zaman Tanrı ve yoldaşlarını dinledik, şeytan savunmasını dinlememize izin vermediler. Kötülükse konu, Tanrı ve yoldaşların yaptığı birçok "kötülük", kutsal kitaplarda bahsedilmiştir.

Burada mühür bende, her şeyi benden dinlediniz. Her zaman karşı tarafı da dinlemekte fayda vardır. En açık hikayelerde bile buna inanırım. Bir ansiklopediyi bir kişi yazamaz.

İyi bir öğrenciyim fakat kendi yöntemlerimle öğrenirim. Bir şeye çok anlam yüklemem, heyecanlanmamak için direnirim aksi durumda hayal kırıklığına uğramamak için. Hedefim veya zirvem olmaz hiçbir zaman. Fakat bu hiçbir şey yapmayacağım ya da boş vakit geçireceğim anlamına gelmez, ilerlerim.

Ulaşmaya çalışılan en zor zirve bile ulaşana kadar parlaktır. Bir şeye verilen en büyük değer ya ona ulaşmadan önce ya da kaybettikten sonradır benim nazarımda. Böyle olmamasını çok isterdim fakat günümüz statükosu bu şekilde.

Yine de altını çizelim, sevdiğim, değer verdiğim, beraber olmaktan keyif aldığım insanlar var. Bazen kaybetmekten korktuğum için üstlerine atlayıp sarılmam. En doğru sarılma anını zaman bize gösterir. È un'emozione, che cresce piano piano.


Sana bir de haber vereyim, Ege'ye taşınıyorum. Her zaman hayalimin Ege'de küçük bir kentte sakince yaşamak olduğunu bilirsin. Şimdi bu hayalim hızla gerçek oluyor. Çok istediğim şeyleri hayat bana en doğru zamanda güzel bir tepsiyle sunuyor. Hayatın dinamikliğine ve canlılığına bu yüzden inanırım. 

Bir deniz kasabasında, boş anlarımı denizle uğraşarak geçirebileceğim; sabah kalkıp 200 km trafiksiz bir yol gittiğimde antik bir Yunan kentinde kahvaltı yapabileceğim; akşam iş çıkışı şortumu giyip denize girebileceğim; pazar sabahı kürekle açılıp, öğlen teknede sevdiklerimle şarap ve ekmek tüketebileceğim bir hayat. Ve bunu aynı işimi yaparak elde edeceğim. İş arkadaşlarım ve iş yerimin Dikili'ye taşınmasıyla. Güneşli, kırmızı şaraplı ve ekşi mayalı ekmekle donatılmış mutlu günler bizi bekliyor.


Bir şeylerin rutin olarak yapılması onun sonsuza dek süreceğini göstermez. Ezelden ebedi bir şey yok, istersen tekrar altını çizebilirim. 

Bu yüzden bu akşam kısada bitirip hepimiz muzlim, sevecen ve bir o kadar da loş bir ışıkta ayrılalım.

Yeniden görüşürüz burada.

Non finito, ciao

10 Mart 2023 Cuma

Yeni Bir On Mart

 İşte sevgili günlük, en sevdiğimiz aydayız 

Mart ayı başlangıcın ve yenilenmenin ayıdır bilirsin. 

Ve 10 Mart da benim başlangıcım, doğum günüm. Bahsetmişimdir ki doğum günlerimde hep nedensiz bir mutluluk hissederim. Tabi bir miktar geçmişin tatlılığı, özlemi ve hüznü de bununla beraber. 

Bilirsin geçmiş her zaman özlenilesi ve kusursuza yakın hissettirir. İnsan yaş aldıkça eskinin masum, kirlenmemiş ve güzel anılarla dolu olduğunu düşünür. Yanılgı olabilir ama ben de sık sık düşünürüm bunu.


Bu nedenle profilimdeki papyonlu fotoğraf üç dört yıl öncesinde, bir buhran anımda koyduğum bir fotoğraftır. Genellikle eski günlerin çok güzel ve saf olduğu düşünülür. Dünyanın ve kendisinin değiştiğini, daha olumsuz bir rotaya evrildiğini düşünür insan. Doksanların hep harika ve benzersiz olduğunu düşünürüm. Fotoğrafım da doksanlardan, evimde çekilen bir an. 


Ama yine de Onur Baba yaşıyor, evet. Her şeye rağmen yaşıyor. Bir karıncanın “eh yaşam da bu artık” diyebileceği gibi. Çünkü karınca gibi çalışıp, gece göçmen bir ağustos böceği gibi meyhanede.


Çünkü kendimle yalnız kalmaktan korkarım sevgili günlük. Çünkü kendimle olan kavgam inan ki yıllardır çok şiddetli. Ama nasıl da sanatsal bilemezsin. Bu yüzden her gece Atıfet’te olmalıyım. Birinin dartına eğilip “iyi tara” demeliyim. Barda fıçı bira isteyene “bunun içinde su varmış diyorlar” demeliyim. Arabamda camları açıp gitmeliyim. Kendimle baş başa kalamam, kalırsam konuşmaya başlıyorum saygı değer günlük. Ya çok acı bir Mozart çalıyor ya da çok çarpıcı bir arabesk. Requiem’de balık burçlarının gözleri dolabilir. 


Yine de ben buyum dersin arkadaş, sevgili günlük ben buyum. Ceketim sol omzumda, saatim altın. Şairin de dediği gibi yaşadım birkaç bin yıl. Ama diğer şairin de dediği gibi yaşamak bu değil. 

Nihayetinde bir domates değilim. Belki bir domates de domates değildir. Domatesi domates yapan nedir? Rengi mi; bazen ben de kırmızı oluyorum. Tadıysa bazı domateslerin hiç tadı yok.


Tabii yaşarken her şey istediğimiz gibi gitmez zaman zaman. Elimizde gibi görünse de ne yazık ki insan belirli bir yolda kıvrılır çoğu zaman. Üzdüğüm insanları düşünmek beni her zaman daha çok üzmüştür hayatım boyunca. 

İnsanları kırmaktan öylesine çekiniyorum ki, çekinirken yine kırıyorum. Hep çiçek yetiştirmek istemiştim, koşarken ezmişim çiçekleri oysaki. Hep de çok değerli kişileri.


Yine de hayat güzeldir sevgili günlük.

Hayattaki zorunlulukları yaşamak da çok önemlidir. Mesela zorunlu olmasa ben yayla çorbası içmem, her gün ıslak hamburger yerim ama bu doğru değil. Her şeyi tatmak gerekir her zaman, hayat bu farklılıklarla hayat olur.

Fark ediyorum ki çoğu insanla aynı markete gidiyoruz, aynı yoğurdu alıp aynı şekil kaşık kullanıyoruz. Fakat yoğurt yiyiş şeklimiz çok farklı.


Bu yüzden de her birey olağanüstü değerli. On Mart da bu bilinçle, içten içe kutlanacak. Çünkü sevgili günlük ben olduğum sürece bu dünya var. Ben olmadığımda bu kaldırım taşlarının, süslü duvarların, çarpıcı şiirlerin bir gerçekliği yok.


Yeniden yaşasın on mart.

Sevgilerimle


8 Kasım 2022 Salı

Buhranlarım


Değerli günlük, seninle dijital olmayan zamanlarından beri, uzun yıllardır tanış içindeyiz. Kağıt koktuğun günlerden, parlak; tuşlu bir akıllı deftere dönüştüğün günleri görmek, yıllar içinde bu denli büyüyüp değişmen benim için de duygusal bir şey. Kahramanlar yalnızca şekil değiştirirmiş, sen de bizim buhran ve sevinç kahramanımızsın.

Birçok anımızı kulaktan duymuş biri olarak, sana fazla sorumluluk yüklediğimin farkındayım. Fakat bunu yapmasam senin bu dişlide yerin olmayacaktı. Şimdi seninle erken dönemimde beni etkileyen; önemli, başyapıtsal buhranlarımı paylaşmak istiyorum. Bir kısmını bildiğine eminim, fakat kağıt koktuğun zamanlardan.



I. Kardeşimin Doğumu:   başrole rakip çıkabilir


Bildiğin gibi 4,5 yaşıma kadar Sultan I. Onur olarak yaşamımı sürdürdüm. Evin ilk çocuğu, ailenin ilk torunu olmak kolay değildi. Günde 25 saat ilgi ve sevgi ile mücadele etmen gerekiyor. Ben de bunun üstesinden tüm kabiliyetimle geliyordum. 

Fakat işler her zaman planlandığı gibi gitmiyor. Yine mutlu olduğum, bahçede 1998 yılını planladığım bir gün ani bir haberle sarsıldım. Kardeşim olacağı haberi tüm yurtta yayıldı. Bana danışılmadan, onayım olmamadan yapılan bu vaka beni bir hayli düşündürdü. Çünkü bir ipte iki sultan nasıl oynar kestirememiştim. 

Gençtik, zengindik ve bizi kimsenin durduramayacağını sanıyorduk, sonra Oğuzhan doğdu...

Oğuzhan'ın doğumu yurtta coşku ile karşılanırken bende gireli, muzlim; boğuk şikayetler etkisini gösterdi. Eve gelişte Kinder yumurtayı vermeden giremeyenler, ellerini kollarını sallayarak küçük bebeğin yanına giriyor, "burada bir sinek mi var" dermişçesine "Onur the dört buçuk"u yok sayıyorlardı. "Sultan yetmiş beşinci Onur "gibi hissediyordum kendimi artık. Bu durum can sıkıcı bir hal almıştı. Hatta bir boğma teşebbüsüm de var. Bu başka bir zamanın anısı. 

İlk biramı da tam bu zaman içmiştim. Bir gün babam beni karşısına alıp: "Bak evlat, sen artık büyüdün, kardeşine abilik yapman gerek. Onu koruyup kollayacaksın, sen abi oldun" diyerek çay bardağıma bira koydu ve karşılıklı birer bira içtik. O zaman "işte evet, demek ki ben büyüdüm" dedim. Sonra anladım ki bira ile büyünseydi bugün sokaklarda "En büyük Onur sonra Fener" naraları atılırdı.



II. Atatürk'ün Ölümü:   sevdiklerimiz aniden gidebilir


İlk büyük buhranımı atlatmam, biraz da kafamı dağıtmam adına lordlar tarafından beni anaokuluna yazdırma kararı alındı. Kısa sürede arkadaşlarımla güzel bir bağ oluşturduk. Memleket meseleleri, koalisyon hükümeti gibi meseleler teneffüslerde sıkça konuştuğumuz konulardı. O zamanlar Atatürk fotoğrafına bakarak rakı içmesem de ulu önder Atatürk açtığı yol ve gösterdiği hedef ile benim için bir idoldü.

Bir 10 Kasım sabahı okulda tören gerçekleşti. Saygı duruşu ve marş ardından ilkokula giden abilerimiz ve ablalarımız günün anlam ve öneminden bahseden konuşmalar yaptılar. Ben duyduklarıma inanmak istemesem de öğretmenimin gözlerine bakarak olayın gerçekliğini teyit etmiş oldum. Evet, o gün Gazi Mustafa Kemal ölmüştü. Bunu çok sonra anladım fakat o güne dek yaşıyor sandığım bir idolün ölümü beni tam anlamıyla yıkmıştı. Ağlamamı susturamadılar. Tüm gün ağladım ve eve geldiğimde annem, ağlamamın bir balık burcu için bile haddinden fazla olduğunu hemen anlamıştı. Ona "anne biliyor musun, bugün Atatürk ölmüş" dediğimde attığı kahkahayı hala unutamam. Sanırım o zamanlar Marksist Ülkücüydü. 

Sevdiklerimizin ani gidişi ya da aslında erken gidişlerini çok geç fark etmemiz de yaşamın bir parçası.



III. Dilan:   kadınlara asla güvenme


İnsan acılarla yaşamaya alışıyor. Göz yaşını içine akıtmayı ve hayata devam etmeyi mecburen öğreniyor, beş yalında olsa bile. Fakat baharın gelmesi her zaman bende büyük coşku uyandırır. 

Güzel bir bahar günüydü. Kalbimizde sevgiye aşka yer vermeli, sevip sevilmeliyiz diye düşünüyordum. Bunu için de Dilan'ı biçilmiş kaftan olarak görüyordum. Evet dedim "O" olmalı güneşim. Tabi ilkokullu amcalar gibi benimle çıkar mısın klişesi bana yakışmazdı. Ona gerçek bir teklifle gitmeliydim. Bu nedenle evden çaldığım yüzüğü okula götürdüm ve yeni sahibine takdim ettim. "Evet" dedi. Tüm gün sevgili olmanın haklı gururunu ve sevincini yaşadım. Gökyüzü birden pembe oldu, buna anlam verememiştim. Akşam evde 1999 senesini planlamakla meşguldüm. Yeni Hayat başlamıştı benim için.

Tabi bu bilinen bir kısım. Ertesi gün okula gittiğimde gözlerim benimle inatlaşırcasına anlamsız görüntüler sunuyordu bana. Dilan başka bir çocukla el ele geziyor, pembe olan gökyüzüne büyük kahkahalar savuruyordu. Bunu onun ağzından duymak için yanına gittim ve bana "Bora benim aşkım" mızrağıyla karşılık verdi. Bana kaderimin bir oyunu bu sanırım dedim. Nasıl olabilir? Tek gündüzlük bir aşkmış demek. Hayatımın tek ve en önemli seçimini yanlış kişiye yapmıştım, büyük yanılgı. Henüz uzun bir yolda yürürken bile göremeden bitmişti bu aşk. Yüreğimde bir çocuk, cebimde bir revolver...

O gün bir milat oldu, "Onur the beş" öldü orada. Kadınlara güvenmemek gerektiğini o gün anladım. Tevfik Fikret'in balıkçılara dediği gibi "Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz".



IV. Anneannemin Çiçekleri:    sevdiklerimiz başkalarını da sevebilir


Anneannemin benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun. O yaşlara kadar vaktimin en büyük kısmını annemden çok onunla geçirmiştim. İlk torun olmam onun için çok değerliydi, benim ilk anneannem olması da benim için güzel bir başlangıçtı tabi, birbirimizi değerli kılan başlıca unsurlardı.

Anneannemin büyük bir bahçesi vardı müstakil evinde. Bu bahçe ağaçlarla, henüz panelenmemiş çeşitli tavuklarla, hamaklarla ve kokulu çiçeklerle zengin bir alandı. Günümün çoğu burada geçer kardeşime seni bu bahçede bulduk şakaları yapardım. 

Fakat anneannemin hala değişmeyen bir tutkusu var; çiçekler. Nedenini anlayamasam da çiçekleri çok seviyor, ben brokoliyi severim daha çok. Her gün konuşup seviyordu ve bu hayli vaktini alıyordu. Artık katlanılmaz bir hal alınca ben de elime cilalanmış bir oklava aldım. IV. Baudouin görse derhal ordusunda görev verireceğinden kuşkum yok. Çiçekleri terbiye etmeyi biraz abartarak tarumar ettim. "Anneannem sizi sevmeyecek" cümlesini bitirdiğimde yakaladılar beni. Kanlı bir hesaplaşma oldu ama dönüşü yok artık.

Sonralarda anladım ki çiçekleri olmazsa anneannem de olmaz. İnsanı var eden şeylerden biri de sevdikleri. Çiçekleriyle kabullendim onu. Artık Sinop'a gittiğinde evine gidip çiçek sulayacak kadar uyumlu olmayı öğretti yaşam. 

Kıskançlık diyebilirsin evet ama bir şeyi kıskanmanın yersizliğini sonra anladım. Bir şeyin yalnızca benim olmasına gerek yok, paylaşmanın çok daha güzel olduğunu keşfettim. Yoğun sevgi buna itebilir ama kıskanmaların büyükleri çocukken oluyor. 


Buhransız bir yaşam ne yazık ki Onur the 29 için bile mümkün değil. Yine de bununla yaşamak, uyuşmak kaçınılmaz. Bulutlu bir hava ya da güzel bir piyano da oldukça davetkar bunun için. Karanlık günlerim de bir piyanoyu davet eder eşlik etmesi için. 

Yaşam birçok buhran yanında güzel anılar da sunuyor. Güzel anılar yaşamı değerli kılıyor olsa da buhranlar her zaman kapıdan güzel anıları izler içeri girebilmek için. 


Şimdi kardeşimle keyifli bir bira içebilirim, yine bir 10 Kasımda gözyaşı dökebilir; kadınlara bir günlüğüne güvenip, çiçekleri sulayabilirim. 


Sevgilerimle


14 Eylül 2022 Çarşamba

Atıfet




Merhaba sevgili günlük.

Bu yazımızın konusu başlıktan da belli olduğu gibi Atıfet. Bunu sana yazmak istemezdim fakat gül bahçeleri de bir gün soluyor.

Bildiğin gibi Meyhane Atıfet yıllardır bizim evimiz gibi. Keyifli, hüzünlü, heyecanlı binlerce anımız var. Bizim kıraathanemiz gibidir o. Akşam uğranıp iki kadeh yuvarlanır. Yol üstü gibi soda içmeye girilir. Bir buluşma varsa orada yapılır. Bir şey konuşulacaksa masa bellidir. Kutlamalar hep aynı yerde. Keyifsiz bir günün rakısı da Atıfet'te içilir. Tam karşımızda ama yazılmamış bir şiirdir o.

Ev gibiydi bize, ki uyuyup sabah işe gitmişliğim de vardır. Binlerce anımıza ev sahipliği yapar. Evimden çok muhtemelen orada vakit geçirmişimdir. Çok güzel, zarif ve bir o kadar da narin.


Güler abla. Onu Atıfet'in ve tüm sokağın sahibi olarak tanıştırırdık herkese. Bir tekten fazla içmez, gülümsemesi milimetrik eksilmezdi. Kapıdan yeni bir arkadaş ile girince hemen işaret ederdi: "hayır, bu olmaz". Bir de akşamın ileri saatlerinde masaya gelip "gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar"ı söylerse tamam, Atıfet tamamlanır. Hatırada kalan şey değişmez zamanla. Şirin ev sahibimizdi Güler abla.




Masamız hep belliydi: "Muhtar masası". O masaya biz yokken oturan kanlı düşmanımızdı bizim. Heyhat, gaflete düşen olmuşsa da kıvrılırdık başka bir masaya. Zaten üçüncü dubleden sonra bütün masalar arasında görünmez bir köprü kurulur. Rakı içtiğimizde içimize bir karanfil düşerdi, bir başkasına uzatırdık. O başkası yok mu bir yanındakine verirdi. Derken karanfil elden ele.


Gittiğimiz gece muhakkak kapatırdık meyhaneyi. Arkadan bağırırdı Arap: "hadi beyler kalkın artık meyhanecinin de evi var". Bizim cevabımız mütevazi tabi: "Ev mev yok, sabb'aha kadar buradayız".



Bir gün yan masamızda kalın sesli, dümende iyi olan bir kasabın İkinci Yeni'yi keserken söylediklerine şahit olduk. Yanlış bilgilerle masayı donatıyordu. Bir gafletle Edip Cansever abimize "çerez" demeyi kendine hak gördü. Şu an yaşayan bir ölü. Sonrasında Her masamızda Edip Cansever şiiri okumayı kendimize bir görev saydık. Meyhane duvarındaki asılı fotoğrafımız da önemlidir. Ümit B. ile duvardaki fotoğrafımızda telefonda gösterdiğimiz büyük üstat Edip Cansever'dir. Ki menüsünde Edip Cansever şiiri yazan bir meyhaneden söz ediyoruz değerli günlük. 

                 


Tabii ki bu meyhaneye gelemeden ölen birçok sevdiğimiz insan oldu.

Fakat Atıfet'i göremeyecek kadar hızlı solmaları da kaderin her zamanki gülümsemesi. 

Çalma listelerimizin çok benzer olduğunu söylemiş miydim? İkimizinki de Dilek Türkan'la başlıyor. Birçok şarkımız ortak. Ama Kamuran Akkor yalnızca Güler abla bana jest yapmak isterse çalar. Ya da gizlice sıraya eklemem gerek. 

Her masada söylenirdi: "dibini görmeyen sevdiğini görmesin"... Dibi her şişenin görüldü. Sevdiklerimiz zaten hep yanımızda.



Ne yazık ki kapattılar Atıfet'i. Mülk sahibi ile olan bir problemden binlerce gelecek anı henüz çizilmeden tarihe gömüldü. Oysaki içeceğimiz mavilik kadar rakı vardı orada. Atıfet'in rakısı başkadır. Şarap başka dökülür orada. Bira gürültüyle açılırdı. Gürültüyle çıkardı duman mezelerden.

Sanki evim yıkılmış kadar üzgünüm fakat ne çare kader.

Buruk bir anı olarak kaldı Atıfet. O meyhane değildi, Atıfet'ti. Belki bir gün başka bir yerde yeniden doğar kim bilir. Fakat bu ayrılık kurşun kadar ağır. 

İşte böyle sevgili günlük. Sevdiğimiz herkesin, her şeyin anısı olduğu gibi duruyor ve yaşamımızın akşamında yeniden uyanıyor.. Evet anılar ölmüş değil, yalnızca uykuda.




16 Temmuz 2022 Cumartesi

Malum Hikaye

Sevgili günlük merhaba,

Bunu yazmanın artık zorunluluk olduğunu düşünüyorum çünkü diyeceksin ki uçan sineği yazıp bunu nasıl yazmıyorsun?

Haklı olabilirsin fakat süre geçmesinin daha olumlu olacağını düşündüm.

Öncelikle yaşanan olay tamamı ile tesadüf. Bu olayı yıllardır çeşitli yerlerde kısa bir anı olarak anlatırım. Tabi bu kadar romantik anlatmıyorum çünkü farklı bir sonu var; ama gülünç bir olay neticede. Bir gün sevgili Ümit B. bana bu tiviti gönderdiğinde şaka yapıyor sandım. Tivitte birinin beni yıllardır aradığı yazıyor; malum tivit. Olayı biliyordu fakat yardımcı oyuncunun ismini bilmiyordu. Üzerine de fotoğrafı gerçekten benziyordu. Anaokulu albümüme baktığımda fotoğrafının aynı olduğunu anladım ve tivitin gerçekliği benim açımdan teyit edilmiş oldu.

Naçizane ben de güzel bir giriş yapmak adına, "kırmızı çizgimiz olan" Edip Cansever'in yaş değiştirme törenine yetişen öylesine bir şiiri ve eski bir fotoğraf ile giriş yaptım. Devamı zaten malum. 

Tabii burada kimsenin yıllardır birbirini sevmesi araması gibi bir durum yok. Güzel bir çocukluk anısı ve tesadüfi bir arkadaş buluşması bu. Anın büyüsünü bozmamak adına giriş bölümünü güzel tamamlamak istedim. 

Tabii devamının bu kadar sesli olacağını tahmin etmemiştim. Her mecradan yoğun şekilde mesaj yağmuru geldi. Fakat yazılan yorumlardan aşırı keyif aldığımı söyleyebilirim çünkü çok komik şeyler yazıldı. Günlerce bakıp güldük. Tabi hatırı sayılır miktarda linç de yedim. Fakat çok güldüğüm güzel bir olaydı. 

Bunun yanında gözleri fal taşı gibi açılan insanlar oldu. Vatsaptan stalklarken yanlışlıkla sesli arayanlar mı, tivitlerime bildirim koyup her gün hesap soran eski bir ölü mü, yoksa durumdan ötürü yine bir ölü olmasına rağmen bana trip atmaya çalışan bir başka eski mezarlık mı dersin. Prim yapmak için altına yorum yazıp hatta kendi ceset fotoğrafını koyan rezil bir ölü daha. Hepsi birer komedi. Fakat bizim gibi gülüp geçen ölümsüzler de olmadı değil.

Neticeyi merak ediyorsun doğal olarak söyleyeyim; kavuşma gibi bir durum söz konusu değil. Zaten olay sadece kısa ve geçmişte kalan komik bir çocukluk anısı. Birbirini yıllardır arayan özleyen kişilerin bu hikayede olmadığını düşünüyorum ki kendisi de bu şekilde ifade etti.. Benim açımdan da öyle ki yıllardır aradığım biri yok. Olsaydı da bu malum kişi olmazdı büyük ihtimalle. Yine de arkadaşça bir sohbet yaptık, hal hatır sorup olayı kapattık. Daha önce de söylediğim gibi geçmiş geçmişte kaldı beni ilgilendirmiyor, gelecek de aynı şekilde. Bugünü yaşamaya çalışıyorum.

Durumdan arkeolog gibi kazı ve analiz çalışması yapanlar oldu. Gerçekçi değil çünkü çeyrek yüz yıl önceki bir olay. Ben geçen ayı bile aramıyorum. Dinlediğim şarkılar şiirler de hiçbiri ile alakalı değil. Hiçbir şarkıyı bir kadın için dinlemem ne kadar anlamlı olursa olsun. Bir kez daha yineleyeyim; hüzünlerim, bunalımlarım şahsım ile ilgilidir, mutluluklarım ise sevdiklerimle.

Hayatım aynı şekilde devam ediyor. Emin ol sevgili günlük tüm Hollanda'yı toplasan benim kadar eğlenmiyordur. Yaşamak istediğimi saniyesi saniyesine yaşıyorum. 

Gece üçte uyurum. Uyumadan önce tost yerim. Tosttan önce yarım şişe rakı içerim. Ondan öncesinde de sabah 7 de kalkıp işe giderim. Yorulmam, pişmanlık duymam. Hayatımı bugün son gibi yaşarım.

Büyük yoğunluklarıma rağmen günü 20 saat yaşamaya çalışıyorum. Stres ve yorgunluk bana iyi geliyor ve beni hayata karşı kamçılıyor. Sıradan sıkıcı bir hayat her zaman uyku getirir ve ölümü beklemekten farksızdır. Ölümü özlüyorum şimdiden fakat kavuşana kadar da vaktimi evde geçiremem, saçlarım taralı olmalı.

Yine güzel ve güneşli bir gün. Güneşli günlerin beni ne kadar mutlu ettiğini biliyorsun. Kokusunu duyar gibiyim, güzel bir rakının; sanırım akşamın kokusu öğlene doğru esiyor.

Romantizmi bozduysam üzgünüm.

Daha da güneşli günlerde görüşmek üzere.

Sevgilerle Onur Arpaçukuru.


11 Haziran 2022 Cumartesi

Yeni Hayat

Yeni Hayatı Dante yüzyıllar önce yazdı fakat her hayat aslında yenidir ve hayat boyu birçok yeni hayat yaşanabilir. 

Naçizane ben de hayatımda birçok yenilik ve değişime her geçen gün şahit oluyorum ve zaman ilerledikçe bunu daha güçlü hissediyorum.

Başta düşüncelerim hızla değişti ve değişmeye devam ediyor. Uygulamalarım, davranış ve yöntemlerim değişime uğradı. İnsana, eşyaya bakışım; bir nesneye dokunuşum değişti.

Yeni hayat anlayışımda; üç saniye için üç saatimi veremem. Üç saat için kafamın ütülenmesine izin veremem. Hatır için istemediğim, ruhumu daraltacak bir organizasyona kendimi maruz bırakamam. 

Canımın istemediği kimse ile görüşmüyorum. Eskiden "ayıp olmasın" diyerek işkence gibi hissettiren talepleri geri çevirmezdim. Buradaki en büyük "ayıbın" bana yapıldığını düşünüyor ve artık bunları tümüyle reddediyorum.

Anlık olarak içimden ne yapmak geliyorsa onu yapıyorum. İnanılmaz derecede keyifli bu. Akşam nerede olmak istiyorsam oraya gidiyorum. Nerede rahatsızsam derhal terkediyorum. Neyi nasıl yapmak istiyorsam o şekilde yapıyorum. Yaşamak işte bu.

Tabi insanın en büyük derdi insanla. Yaşamdaki en önemli nokta da iletişim. Her şey bununla başlar ve bununla biter. Arasını nasıl şekillendirirsen hayat budur.

Evet erkek arkadaşları biliyoruz, akıl tatilde birçoğunda artık he deyip sırtlarını sıvazlıyoruz. Fakat kadınlardaki bu ilerleyemeyişi hatta gerileyişi anlayamıyorum. Göz önünde olup her gün yelpaze ile yellenmelerine rağmen akıl grafiğinde inanılmaz bir düşüş var. Kendilerini tanrının kızı olarak kabulleniyorlar. Ne yazık ki -tabii ki tümü değil- birçoğu bir poğaça alamayacak kadar hayattan kopuklar.

İçinde akıl olmayan bir güzellik yalnızca parlak bir ambalajdır benim için. Ve tüm güzel ambalajlar içindekini taşımak içindir, çöptür. Güzellik akılla taçlanırsa değerlidir.

Sohbet edemeyeceğim, eğlenemeyeceğim ya da bir şeyler paylaşamayacağım hiçbir insanla adet yerini bulsun diye uzun uzadıysa oturamam. Üç dakikalık bir şarkı çok daha etkili bundansa. Tabii insansız asla yapamam, yalnız kalamıyorum. Yine de burada oldukça seçiciyim.

Her hata tecrübedir benim için ve hata da değildir. Tecrübe de satın alması çok güçtür ve bunu maddi varlıklarla satın alamazsınız. 

Yaşamak ciddi bir şey diyor bir şair. Yaşamak bu değil. Yaşamak ciddiyete gelmez asıl. Binalar ciddi yaşarlar hayatı, masalar, betonlar. Kaskatıdırlar ve hiç esnemezler. 

Yaşayıp yaşamamak da büyük bir mesele değil kanımca. Yaşam bittikten sonra yaşanmışlığın bir adı kalıyor geriye. 
O da unutulana dek.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Dejavu VI

Tam da şu an,

Yepyeni bir dejavu içerisindeyim.

Bu uykumda başladı ve ilk kez başıma geldi.

Çok duygusal bir andayım.

Tüm duyguları karmaşık,

Ve iç içe yaşıyorum.

Müzikte işitmekten de fazlasını hissediyorum.

Ağlamak istiyorum…

9 Nisan 2022 Cumartesi

Dejavu V

Merhabalar sevgili günlük,

Bu gün yine şiddetli çarpıcı dejavular içerisindeyim. 

Artık bu olayın uzmanı oldum diyebilirim. Olayın başlangıcını yarım saat önceden anlayabiliyorum. Olayın ne olduğundan sanıyorum ki daha önceden bahsetmiştim. 

Peş peşe sıralanan ani ve sürekli dejavular geliyor ve birkaç dakika sonra tüm odak, dikkat, kabiliyet kayboluyor; bilinç zayıflıyor. Ne yaptığını bir dakika önce ne konuştuğunu çıkaramıyorsun. Aklına gelen herhangi bir şeyin yaşayıp yaşanmadığını yoksa hayal mi olduğunu çözümleyemiyorsun.

Yine böyle bir gündeyim, hem de böylesi yoğun bir günümde.

Şu anda ayaktayken zihnimde rüya görüyorum. Hayal ve gerçeği ayırt edemiyorum. Geçmiş birçok rüyamı da hatırlıyorum hatta devam ettiriyorum. Bir şeyi kavramam anlamam açıklamam çok güç. Unuttuğum birçok saçma ayrıntı aklımda beliriyor. Aslında heyecan verici fakat önemli işlerin varsa sonucu felaket, araba dahi kullanmaya engel bu.

Sevgili günlük, güneşli günlerde yaşamak gerçekten güzel ve bazen de çekilemeyecek kadar güç.

Yazının başını düşündüğümde üst satırlarda ne yazdığımı bile hatırlayamayacak kadar güç bir durumdayım.

Bu temiz sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim.

Sevgilerle

Onurbaba

1 Nisan 2022 Cuma

Öteki Mektuplarım IV

 Sevgili günlük,

Sana bunu bir önce hafta yazacaktım fakat gerçekten vaktim yok.

Birkaç haftadır çok yüksek seviyede yoğunum. Patronlarımdan biri gelmiyor bir diğeri de onunla; fakat bu gelmemezlik zorunlu, hüzünlü bir sebebiyete bağlı. Bu giryeli vakadan burada bahsetmeyeceğim.

Şu anda yetki ve bilgim artmış durumda. Öncesinde patronumun alanındaki ihracat ve sözleşme işlerini yürütmem gerekecek. Yeni bir heyecan fakat yepyeni stresler. Bazı geceler stresten uyuyamıyorum. Fakat hala güçlü, cesur ve hazırım.

Şimdi İspanya’da yeni bir bayi anlaşması yaptık. Yurtiçine satmamıza gerek bile yok gibi, yine de yurttaşlarımıza kapımız hep açık.

11 gündür izin yapmıyordum, bugün yaptım. 

Hava çok güzel, gökyüzüne bakarak rakı içiyorum.

Yazı seviyorum.

15 Mart 2022 Salı

On Mart

Sevgili günlük,

Sana yepyeni bir on mart sonrası yazıyorum. Aslında bunu on martta yazıp daha değerli bir kılmam gerektiğini düşünüyorsun ama bu doğru değil.

Bilirsin ki doğum günlerimde her zaman içimde bir mutluluk hissederim. Şartlar ve mevcut vaziyet ne olursa olsun. Bu sefer de oldukça mutlu birkaç gün geçirdim. 

Geleneksel aile kutlamamızı dokuz mart akşamı Atıfet'te yaptık. Çekirdek ailemiz ve Atıfet'in çekirdek müdavimleri, bunun yanında tabii ki Atıfet'in geniş kadrosu ile tatlı geniş bir biçimde pastalarla, şarkılarla, ve güzel rakılarla keyifli bir akşam geçirdik. Güler ablacığım güzel bir pasta almış ve de pastayı getirirken "Bir Ateşe Attın Beni" açması gecenin en güzel jestiydi. 

Ailem çok önemlidir, her şeyin başında ve sonundadır. Bu yüzden önemli günlerimi onlara ayırmayı bir zorunluluk sayıyorum.

Hayat çok enterean ve değişken. Bugüne kadar birçok doğum günü yaşadım ve her birindeki durum oldukça farklıydı. Bu sefer de öyle. Hayat durmadan hızlı bir değişim içinde

Ve son olarak yaşasın on mart!

23 Şubat 2022 Çarşamba

Kötü

 Aşırı moralim bozuk.

Dün modum düşüktü ve bugün tam olarak dibe vurdu. Ufak bir şey bunu başlatıyor ve kara delik gibi ufak ufak nihayetinde her şeyi yutuyor. Nedenini ben de bilmiyorum bu mesele nedensiz bir mesele.

Evet bugün berbat bir gün. Her şey sisli, boğuk ve silik. Şimdi biraz alkol içmek istiyorum fakat işteyken bunu yapamam. Ağlayabilirim ya da biriyle kavga edebilirim. Uçan kuşların da... 

31 Ocak 2022 Pazartesi

Öteki Mektuplarım III

Sevgili günlük,

Dün akşam tarçınlı likörümü bitirdim, üzerine de bir şişe beyaz şarabımı açtım. Akabinde Ankara'dan bir telefon ile Covid testimin pozitif olduğunu öğrendim. 

Aslında dört gündür hastayım, iş çıkışı gelir gelmez yatıyorum evet fakat kesinleşmesi beni biraz şaşırttı. Normal şartlarda hissetmediğim bir his vardı boğazlarımda, alışık olmadığım da bir öksürük. Üşütmeye bağlamadım pek çünkü olağanın dışında pek bir şey yoktu. Akşam başlayan halsizliklerim de en sonunda beni test yapmaya yönlendirdi ve evet; şimdi resmi bir covid19 üyesiyim. Aileye katıldığım için gururluyum. Fakat şunu merak ediyorum. Aşırı yakın temasta bulunduğum insanlara neden bulaşmadı?
Kimden geçmiş olabileceğini kestiremiyorum çünkü her gün onlarca insanla temastayım, muhtemelen iş sonrası bir zamandan. 

Enteresan bir şekilde üç gündür evde yatmaktan başka bir şey yapamıyorum-alkol dahi içemedim halsizlikten. Yine de günlerin ateşi yanıyor mu göreceğiz.

Bu arada sana evimizin yeni üyesinden bahsetmiş miydim? Evet küçük bir kedi fakat geleceği hakkında büyük şüpheler içindeyim. Lordlar kalmasına müsaade etmeyecekler gibi.

Tatlı kediler gibi güzel insanlar da var yaşamda. Hatta güzel yemekler ve şarkılar.

Bir de enteresan insanlar var. Ayaklarına taş değse muhakkak suçlayacak odakları iki yıl önceden hazırdır. Her zaman narsisizmin bayrağıyla yalınayak dört nala koşarlar. Gerçeği dillerine dolayıp gerçeküstü sahteliklerine sizleri de inandırmaya canla başla emek verirler. Siz hayır dediğinizde evetin kölesi kesilip, evet dediğinizde ise sizi yaka paça fırlatırlar pencereden hemen. Sevgi sömürücüleridirler, şırınga ile hızlıca tüketip peşinden ateşe verirler etrafı. Sizi asla umursamayıp size göre yaşarlar hayatlarını. Arkadaşını, yemeğini, kıyafetini size göre seçer; çünkü hoşnutsuz olmalısınız. Bireysel görüşü, kararları arzuları yoktur. Gösterişi vardır, sizi rahatsız etmek için yirmi kilometreden eğreti yaşamını gözünüze sokmaya çalışır. Uzaktan izler her nefesinizi ki nispet yapabilmeli her an. Tutarsız, güvenilmez, kişiliği oturmamış ve her zaman ikilidirler-hatta çoktan seçmeli-. Bu tür insanlara ne saygım ne de sevgim mevcut. Yara bandı öneririm.

Tabi bir hafta evde ne yapacağız beni düşündüren bu çünkü tek bir odada yapılabilecek şeyler oldukça sınırlı. Belki bitirdiklerimi tekrar okuyabilirim. Alkol alınmaması gerektiği söyleniyor, bu da tıp dışı beyaz yaka doktor uydurması.

Bugün biraz leblebi yiyeceğim, işim çok.


Sevgilerle

Onur Arp.

19 Ocak 2022 Çarşamba

Öteki Mektuplarım II

 Sevgili günlük,

Sana soğuk ama ateşi yanan bir günden yazıyorum.

Bilirsin ki kışlar benim için zorlu ve dayanması güç geçer. Fakat bu kış oldukça farklı geçiyor. Sıklıkla ıstırap içinde olmama rağmen içimdeki harmoni ve müzik çok daha duyulur bir biçimde. Günlerim fazlasıyla yoğun ve hareketli geçiyor. Deyim yerindeyse aynada bile kendimi göremiyorum. Yaptığım her şeye koşarak yetişiyorum fakat masamı asla ihmal etmem. Alkolle içimdeki mezarlığı yeterince suladım. İki önem verdiğim, başrol yaptığım insanı hayatımdan tamamen çıkardım. Bundan dolayı son derece huzurlu ve mutlu hissediyorum. Haddinden fazla uzattığım iki anlamsız macera.

İşimde çok mutluyum. Gün içinde oturacak vaktim olmuyor ama yaptığım işten fazlasıyla keyif alıyorum. Bulunduğum yerde sevildiğimi, sayıldığımı ve değer verildiğimi hissetmek beni daha da motive ediyor. Kısa sürede iş yerimin prensi olduğumu söyleyebilirim. Patronlarımla da bir aile gibiyiz. 

Günüm nasıl geçiyor dersen uyumam ikiyi buluyor. Yapmak istediğim çoğu şeye vakit bulamıyorum ama önemli değil. Yine de her zaman birkaç kadehe ayıracak vaktim var. Tabii uykuya olan borcumu ödesem son bir ayda en az beş gün aralıksız uyumam gerekir.

Sana bu kışın belki de geçirdiğim en iyi kış olduğunu söyleyebilirim. Evet içimde hüzün hep var ama mevcut duruma hep yenik düşerek kayboluyor gözden. Keyif aldığım ve alacağım şeyler hayatımı, iş sonrasını tamamen kaplıyor. 

Son olarak söyleyebileceğim: "sıklıkla ıstırap içinde olmama rağmen içimde ateşi yanan büyük bir umut ve huzur var."

Sevgilerle

4 Ekim 2021 Pazartesi

DjV

 Yeniden maalesef kötü bir gündeyim. Sabah peş peşe  gelen dejavularım günümü.yine mahvetti. Beynimi kullanamıyorum.Hayat çok zor.

13 Ağustos 2021 Cuma

30.05.1877

Geçmişi düşündüğümde hemen hemen yenilmez zorluklarla dolu olan geleceği düşündüğümde, sevmediğim ve kaytarmak istediğim, ya da tabiatımın kötü yanının kaytarmak istediği onca güç çalışmayı düşündüğümde; bana dönük, hep bana bakan gözleri düşündüğümde; başaramazsam suçun nerede, kimde olduğunu bilecekler. Bana ufak tefek serzenişlerde bulunmayacaklar, ama doğru ve erdemli olan saf altından olan  her konuda denenmiş ve eğitilmiş olduklarından, yalnızca yüzlerindeki anlam neler diyecek bana: 

-Sana yardımcı olduk, sana ışık verdik elimizden gelen her şeyi yaptık senin için, gerçekten dürüst bir çaba gösterdin mi?-

Hak ettiğimiz karşılık nerede?"

31 Mart 2021 Çarşamba

Dejavular

Beni çaresiz bırakıyor. Uzun zamandır uzun arkalıklarıyla başıma geliyor.

Her şey dejavu yaşamayla başlıyor. Peşpeşe aralıksız birkaç dakika. Gördüğüm rüyalar, çok eski his ve düşüncelerim ani ve kesikçe canlanıyor zihnimde. Yıllar önce gördüğüm rüyalar çakıyor birden. Daha sonra gerçeklik algım gidiyor. Bulunduğum yer ve zaman hayalleşiyor içimde. Gerçek olan ve olmayan hiçbir şeyi ayırt edemiyorum. Bir sarhoşluk gibi fakat tüm algımı kapatıyor. Odağım hiçbir şeyde tutunmuyor. İşte şu an böyle anlardan biri. Bu hafta iki kez oldu ve sanırım şiddeti gittikçe artıyor. Pazar günü yaklaşık sekiz saat sürdü bugün ise yeni başladı. Geçtiği zaman yazıklarımı tekrar inceleyeceğim. Bunu yazma nedenim budur.

Başım çatlayacak gibi, bedenim daralmış ruhum taşmaya çalışıyor sanki. Dışarıya olan algım neredeyse tümüyle kapalı, içimde ise karmakarışık bir kaos hakim. 

30 Mart 2021 Salı

Vincent



Sevgilerle Vincent,

Bugün doğum gününde olağan ve gerçektüstü Vincent van Gogh’u burada anmak için toplanmış bulunmaktayız. Tarihlerimiz 30 mart. 

Anmak çok kolay fakat nasıl onu anlatabiliriz bir yazıda? Mümkün değil. Yine de yalnızca uzaktan bahiste bulunacağız.

37 yıllık yaşamında sonsuz ızdırap, acı ve hayal kırıklığı biriktiren ve ardında sayısız eser bırakıp bizi büyüleyen tarihin yazmakta yetersiz kaldığı büyük ruh. 

Vincent van Gogh 1853 Hollanda doğumlu. Resim hayatına 28 yaşında başlıyor. Bu ayrıntı önemli çünkü yalnızca 9 yıllık bir resim serüvenine rağmen, sanat dünyasını sarsıcı bir biçimde etkiliyor. 37 yaşında yıllarca süren psikolojik sorunlarının, St Remmy akıl hastanesinin sonrasında; buğday tarlasında göğsüne sıktığı bir tabanca ile intihar ediyor ve birkaç gün sonra hayatını kaybediyor. 

37 yıllık yaşamına; sayısız aşk, hayal, hayal kırıklığı, yüzlerce resim, Theoya yüzlerce mektup, hüzün, umut ve rengin binbir tonunu sığdırdı. Vincent yalnızca ressam değil, gerçek bir sanatçı; olağanüstü bir yazar. 

43ten fazla otoportresi bulunur. Nedeni ise maddi olarak model bulmakta zorlanması ve içine dönük dönemleridir. 

Psikolojik tüm sorunlarını, maddi ve manevi zorluklarını, karşılıksız aşklarlarını, kendi ile ettiği mücadeleleri resim yaparak aşabileceğini, her şeyi resimle düzeltebileceğini düşünüyordu. 

Yaşamı boyunca yalnızca tek bir tablo satabiliyor. Sanatının değeri o öldükten sonra anlaşılıyor. Ne yazık ki Vincent’ın hiçbirinden haberi yok.

En önemli tablosu ise Yıldızlı Geceler’dir. 

Neden mi?

13 Şubat 2021 Cumartesi

Öteki Mektuplarım I

Kötü saydığım bir gündeyim yine. Biliyorsun ki böyle günlerde algım kapalı, gördüklerim sınırlı oluyor. Yaşam bir hayal gibi, gerçeklik çok da gerçekçi değil burada.

Çoğu anımda yaşamak acıdan başka bir şey değil. Büyük yorgunluklar kazanıyorum fakat uyku bile beni dinlendirmiyor. Bazı geceler yalnız kaldığımda içimdeki müziği ve sakinliği duyabiliyorum. Çoğu zaman ise yalnızlığımda içimdeki büyük kavgaları ve gürültüleri duyuyorum yalnızca. Bu yüzden hayatımın çoğu kendimden kaçmaya çalışmakla geçti, ne hazin...

Günden güne görebildiğim, duyabildiğim, dokunabildiğim her şeyin azaldığını farkettim. Artık çok şey bilmiyorum ve bildiklerimden emin değilim. Unuttuklarım arasında milyoncası var. Bir fırsat verilseydi her şeyi bilebilmeyi seçerdim hep. Fakat bu hayalim bile şu durumda çok anlamsız. Herhangi bir isteğim ya da hayalim yok. Gökyüzünü izlemek yeterli şimdilik. 

Bulunduğum yerden hoşlanmıyorum. Biliyorsun ki bu işi yapmayı hiçbir zaman istemedim. Yine de para kazanıyorum ve zamanın hep daha hızlı geçmesini diliyorum gün içinde. Hayattan bir beklentim yok. Maddi ya da manevi hiçbir şey beni cezbetmiyor. Kadınlardan bahsetmek bile istemiyorum. İnsanlarla sohbet edebilmek kafi.

Eskiden yeni bir güne uyandığımı düşünürdüm hep. Sabah uyandığımda düne devam ettiğimi hissediyorum artık.

Sen her zamanki sensin ve ben nerede olduğumu dahi pek kestiremiyorum. Çünkü ışık olsa da göz kapandığında bir şey göremez.

Sevgilerimle. 

Onur Arpaçukuru

12 Şubat 2021 Cuma

Kısa Kesit I

Gri Bey, iki parmağı arasında tüten sigarası,  elinde çayı ile bacak bacak üzerinde atmış; sanki köy kahvesinde yoldan geçenleri izliyormuşçasına duvarda asılı duran anahtar takımını izliyordu sakince. Aklında her zaman Adapazarı'ndaki köyü vardı böyle anlarda ve yine konuya tam ortasından yıldırım gibi girdi.

 -Bu yaz bana gel. Çık yaylaya bir bak. Motor kullanabiliyor musun sen?

-Evet otomatik kullanırım. Dört tekerli mi iki mi?

-Bende ATV de var. İki tekerlinin birini köye gönderdim. Her şey var bende. Ev kocaman. Baban gördü. Peh!

Kahramanımız kollarını birleştirmiş, sandalyesini ileri geri sallarken her cümleyi dikkatle dinliyordu. Ufak bir gülümsemeyle:

-Bu yaz bir hafta Ada'dayım o zaman.

Baş kahramanımızın -ne kahraman ama!- ne düşündüğünü bilmemiz mümkün değildi. Zaten bir kişinin baş kahraman olması zihnini okumamıza olanak vermez.

-Gel anasını satayım. Yemyeşil dağlar, Eskişehir'e uzanıyor. 20 metre rampa var, ama uçurum değil hafif rampa. Çıkarken sarmaşıklar var üstünde, dar geçitten geçiyorsun bir çıkıyorsun yaylaya anasını satayım peh. Ihlamurlar, kestaneler... Gürgen ağaçları var adam saramaz, kocaman. Gökyüzünü kaplarlar.

Gri bey iştahla yaylasını anlatmaya devam ediyordu. Gözündeki parıltıya dikkat kesilseniz sanki tepesinde dumanlar tüten, koca yeşil dağları görecekmişsiniz gibi heyecanlıydı. Tam o sırada duvarda asılı duran anahtar takımının ve bu dükkandaki geriye kalan her şeyin sahibi, beyaz saçlı, orta boylu bay Kırmızı elleri cebinde sakince içeriye girdi:

-Burası değirmen gibi, para gökten yağar un olur dağılır gider.

O sırada çay dolduran ve önceki günün maç özetlerini dinleyen Bay Sarı bir göz kısık, ağız kenarında sigarasının izin verdiği ölçüde mırıldandı:

-Çay iç abi.

16 Ağustos 2020 Pazar

Doğu Akdeniz Gerilimi ve Mavi Vatan


Son dönemde Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığı gerilimi yaşanıyor. Temel olarak iki blok var. Bir tarafta Yunanistan, Fransa, Mısır, İsrail diğer tarafta ise Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni sayabiliriz. Peki taraflar tam olarak ne istiyor?

Kıta sahanlığı nedir?

Ülke kıyılarına bitişik olan ve 200 metre derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağı ve toprak altı kesiminin bütününe kıta sahanlığı deniyor.

Kıyıları karşılıklı olan veya yan yana olan devletlere kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin usul ise 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenmiş durumda.

Söz konusu madde uyarınca, kıta sahanlığının sınırı, kural olarak taraf devletlerin anlaşmasıyla tespit ediliyor. Ancak, bu konuda böyle bir anlaşma yoksa ve özel durumlar farklı bir sınırı gerektirmiyorsa kıta sahanlığı sınırlandırılması eşit uzaklık ilkesine göre gerçekleşiyor. 

Türkiye ve Yunanistan

Türkiye ve Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz kıta sahanlığı konusunda henüz uzlaşabilmiş değil. Yunanistan mevcut durumda 6 mil olarak uygulanan kara sularını 12 mile çıkarma hakkına sahip olduğunu belirtiyor. Türkiye ise karasuları belirlenirken denizlerin coğrafi özelliğinin dikkate alınması gerektiğini, Yunanistan'ın 12 mil kararını uygulamaya sokması durumunda Ege'deki karasularının yüzde 35'ten yüzde 63'e çıkacağını, Türkiye'ye ise sadece yüzde 10'luk bir alan kalacağını kaydediyor. TBMM, 1995'te aldığı bir kararla Yunanistan'ın 12 mil uygulamasına geçmesi durumunun "savaş nedeni" sayılacağını kayda geçirmişti.

İki ülke kıta sahanlığı konusunda da tamamen farklı pozisyondalar. Yunanistan, BM Sözleşmesi uyarınca Ege ve Akdeniz'e uzanan her bir adasının anakara ile bütünlük ilişkisi doğrultusunda kıta sahanlığı hakkına sahip olduğunu iddia ediyor. Bu sözleşmeye taraf olmayan Türkiye ise kıta sahanlığı sınırlandırmalarında doğal uzantı ilkesinin esas olduğunu, dolayısıyla Anadolu'nun doğal uzantısı şeklindeki Yunan adalarının kıta sahanlığı olmayacağını belirtiyor.



Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki iddiaları "Mavi Vatan" doktrinine dayalı. Mavi Vatan'ı kısaca; Türkiye'nin hak ve egemenlik iddialarını içeren deniz alanlarının bütünü olarak tanımlayabiliriz. Aşağıdaki görsel Türkiye'nin Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'deki deniz politikasını gösterir.




Yunanistan'ın Türk ana karasına sadece 2 kilometre uzakta olan 10 kilometrekare yüz ölçümündeki Meis Adası'nın kıta sahanlığını iddia ederek Akdeniz'de 40 bin kilometrekarelik bir alanda hak talep ediyor, Meis Adası'nın Yunan ana karasına uzaklığı yaklaşık 580 kilometre.



Gerilimin Nedeni

Türkiye, 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma anlaşması ile Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmiş ve bu anlaşmayı BM’ye kaydettirmişti.

Anlaşmanın uluslararası hukuka göre bir geçerliliği olmadığını savunan Atina, adaların kıta sahanlığı hakları olduğunu, Türkiye’nin ortaya koyduğu haritanın Yunanistan’ın egemenlik haklarını çiğnediğini ilan etmişti.


Türkiye yayımladığı bir NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ile Oruç Reis araştırma gemisinin 21 Temmuz tarihinden itibaren Rodos ile Meis adaları arasında yeni bir sismik araştırma faaliyetinde bulunacağını duyurdu ve Oruç Reis araştırma gemisini, savaş gemileri eşliğinde Doğu Akdeniz açıklarına gönderdi. Bunun üzerine Yunanistan; Türkiye'nin ilan ettiği NAVTEX'in Meis adasının güneyindeki Yunan kıta sahanlığı bölgesinde bulunduğunu, Türkiye'yi kıta sahanlığına girmek ve egemenlik haklarını ihlal etmekle suçladı.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Türkiye'nin Akdeniz'de doğalgaz arama çalışmalarından vazgeçmemesi durumunda Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yaptırım uygulamak dışında başka bir seçeneğinin olmadığını söyledi.

Yunanistan, Türkiye'yi Meis, Rodos ve Girit gibi adaların kıta sahanlıklarını görmezden gelmekle suçluyor. Türkiye'nin ilan ettiği NAVTEX koordinatlarının Yunan adaları kıta sahanlıklarının sınırlarında bulunduğundan Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin teyakkuz durumuna geçirildiği belirtiliyor.

Türkiye'nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları mutabakatının 'hukuken yok hükmünde' olduğunu açıklayan Atina, buna gerekçe olarak "Girit adasının kıta sahanlığının Türkiye tarafından göz ardı edilmesini" göstermişti.

Yunanistan'dan "teyakkuz"

Oruç Reis gemisinin çalışma yapacağı alana ulaşmasının ardından geçriğimiz pazartesi günü Yunanistan Genelkurmay Başkanı Konstantinos Floros, Silahlı Kuvvetler'in "teyakkuza geçtiğini" açıkladı. Floros, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis başkanlığında olağanüstü toplanan Dış İlişkiler ve Savunma Kurulu toplantısına askeri üniformasıyla katıldı.

Başbakanlık'tan yapılan açıklamada toplantıda "Doğu Akdeniz'deki son gelişmelerin gözden geçirildiği" ve "Türkiye'nin provokatif eylemlerine karşı alınması gereken önlemler üzerinde görüş alışverişinde bulunulduğu" belirtildi.

Mısır ve Yunanistan arasında 6 Ağustos’ta imzalanan Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşmasının hemen ardından Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Yunanistan-Mısır anlaşmasının “yok hükmünde” olduğu çünkü iki ülkenin deniz sınırı olmadığı ifade edildi.

Türk Milli Savunma Bakanlığı Twitter hesabından "Türk Silahlı Kuvvetleri, deniz yetki alanlarımızda uluslararası hukuktan kaynaklanan hak, alaka ve menfaatlerimizi koruma azim ve kararlılığı çerçevesinde gerekli tüm tedbirleri almıştır." mesajı ile aşağıdaki görseli paylaştı


Fransa ve Türkiye Arasında Gerilim

Bilindiği üzre Fransa ve Türkiye'nin Libya iç savaşındaki tutumları taban tabana zıt durumda.

Geçtiğimiz haftalarda Fransa'nın Akdeniz'de NATO misyonu çerçevesinde görev yapan Courbet isimli firkateyni, Tanzanya bandıralı bir gemiyi ambargoyu delerek, Libya'ya silah taşıdığı şüphesiyle denetlemek istiyordu. Fransızlar Courbet'nin bunun üzerine bu gemiye eşlik eden Türk gemileri tarafından taciz edildiğini, Türk savaş gemilerinin ani manevralarla agresif bir şekilde Courbet'e yönelerek üç kez radar kilitlediğini belirttiler.

Fransa, bu davranışları "aşırı agresif" olarak tanımlayıp, Türkiye'yi NATO'ya şikayet etti. NATO, bu gelişmeler üzerine konuyla ilgili soruşturma başlatma kararı aldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in talimatıyla yapılan üç haftalık ayrıntılı bir teknik inceleme sonucunda 130 sayfalık bir rapor hazırlandı. Raporda, Türk savaş gemilerinin Fransız savaş gemisini üzerine radarını kilitleyerek tacizde bulunduğuna Fransız iddialarını destekleyen bir ifadenin yer almaması Paris'i kızdırdı. Fransa, NATO'ya bir mektup göndererek Akdeniz'de devam eden Sea Guardian misyonundan geçici olarak çekildiğini kaydetti.

Gelişmeleri yakından takip eden kaynaklar, Fransa'nın aleyhine çıkan bu raporda ABD'nin etkisine de dikkat çekiyorlar. ABD, Rusya'nın Suriye'nin ardından Libya'ya da yerleşiyor olmasından büyük rahatsızlık duyuyor ve son dönemde Türkiye'nin askeri katılımı sonucunda Libya Ulusal Ordusu lideri General Halife Hafter'ın geri adım atmasını olumlu bir adım olarak görüyor.

Fransa ise Hafter güçlerini destekliyor ve Türkiye'nin bölgedeki varlığının Libya bunalımını daha da derinleştirecek bir faktör olarak görüyor. Kaynaklar, açıkça olmasa da Türkiye'nin tarafını tutan bu rapor sayesinde Fransa'nın Libya konusunda NATO içindeki etkisinin kırılması sonucunu verebileceği değerlendirmesini yapıyorlar. 

Paris ile Ankara arasında son dönem yaşanan gerilimler Suriye, Libya, Doğu Akdeniz tartışmaları üzerinde yoğunlaşıyor.

Özet: 

Türkiye'nin Ortadoğu'daki politikası AB ülkeleri ve kısmen NATO ülkeleri ile çoğunlukla zıt yönde. Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz'de çıkar çatışmaları yaşanıyor. Türkiye ve Yunanistan arasındaki karasuları konusunda net bir anlaşma mevcut değil. Dolayısıyla aynı parseller üzerinde hidrokarbon arama çalışmaları yapmak istemeleri gerilimi tırmandırıyor. 

Türkiye Libya ile, Yunanistan da Mısır ile deniz yetki alanı mutabakatları oluşturdular. Fakat karşılıklı olarak bu anlaşmalar tanınmıyor. 

Yakın dönemde Tanzanya bandıralı bir gemiyi aramak isteyen Fransız gemisine Türk savaş gemilerinin radar kilitlediği iddiası ile gerilim daha da tırmandı ve Fransa bölgeye askeri takviyesini arttırdı ve karşılıklı tansiyonu yükselten açıklamalar yapıldı. 

Son olarak Oruç Reis araştırma gemisinin savaş gemileri eşliğinde açılmaları Yunanistan'da ve Fransa'da büyük yankı uyandırdı ve Yunan deniz kuvvetleri teyakkuza geçti. 

Türkiye mevcut statükosu sayesinde daha agresif bir duruş izliyor, Yunanistan ise AB desteği ve yaptırım kozuyla Türkiye ile uzlaşmakta elini güçlendirmek istiyor. AB ve NATO tansiyonu düşürmekten yana. Mevcut durumda yine de taraflar diplomasi kanallarını kapatmış değiller.

1 Nisan 2020 Çarşamba

Düşlüyor Ölümünü Ruhi Bey




Niye ölmemeli öyleyse
        Yaşamak mutlu bir devinimse.

Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.

        Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
        Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.

Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah
Asansörle yukarı çıkardılar
Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu -
Oda numaran 283\'dü aklımda doğru kaldıysa
Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler
Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da
Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden
Bembeyaz saatler asılıydı
Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar
Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki
Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü
Ruhi Beyin ölüsü
Hepsi de ur gibi beni
Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
O gün sigara içtim akşama kadar
- İkinci gün aldılar sigaramı -
Ve saatler biraz sarardı
Sarardı bütün ayrıntılar.

Ve otuz sekizin altına düşmedi ateşim
Yataktan kalkamadım
O gece uyuyamadım sabaha kadar
Koridorlarda ayak sesleri, bağrışmalar
Kapı gıcırtıları ve acayip sesler

        Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.

Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
Doktorlar, hastabakıcılar
Aralıksız girip çıkmalar
Gidip gelmeler
Tepelerden pencereye akan kuşlar
Pencereye sıvanan kuşlar
Ve benim mutluluğumun altında
Kararıp yitti bütün ayrıntılar
Bir daha görünmedi
Ve artık hiç görünmeyen
Şişeler, tüpler, serumlar.

Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
Soğumuşgövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuş kalbini
Gördü neye benzerse bir ölü.

- Ben Ruhi Bey nasılım
- Mutlusunuz Ruhi Bey.

Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
Ve benim mutluluğumun altında
Akıp gidecek bütün kötülükler
Ölümün armaları gibi
Akıp gidecekler en sonunda

Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.


KORO

(Çiçek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kürk tamircisi Yorgo,
Hayrünnisa, genelev kadını, otel katibi, cenaze kaldırıcısı Adem, akordeoncu
kadın, emekli postacı, vb.)

Çelenklerimizle geldik, yoktunuz
Ara sokaklarda, pasajlarda aradık, yoktunuz
Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz
Nerdesiniz, Ruhi Bey?


RUHİ BEY

O kadar bekledim ki, geliyorum
Ölümümü bekledim, geliyorum
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Bekledim geliyorum.

Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
Ölümü gömdüm, geliyorum
Bir sonbahar günüydü, geliyorum
Güneşler buz gibiydi, geliyorum
Ve bütün kötülükler
Ölümün armaları gibiydi
Size anlatırım, geliyorum.

Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum
Havuzun kırık taşlarını - siz bilmezsiniz -
Limonluğu ve kırmızı konağı - siz bilmezsiniz -
Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi - siz bilmezsiniz -
Ve bildiğiniz Ruhi Beyi -ya da pek bilmediğiniz -
Gömdüm ben, geliyorum.


KORO

İyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
Nerdesiniz Ruhi Bey.


RUHİ BEY

Gömdüm hepsini, geliyorum
Bütün ölülerimi gömdüm, geliyorum.


KORO

Peki ya sonuç, Ruhi Bey, ya sonuç
Biz sizi tanımaz mıyız
Siz ne yaparsınız bundan sonra, biz ne yaparız
Bir bütünün parçalarıyız, bir bütünün parçalarıyız.


RUHİ BEY

Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.


KORO

Doğrusu anlamıyoruz Ruhi Bey
Her insan biraz ölüdür
Biz ki bir bütünün parçalarıyız, biliriz
Her insan biraz ölüdür.


RUHİ BEY

İnsan yaşıyorken özgürdür
Yaklaştım iyice, geliyorum.


KORO

Her insan biraz ölüdür
Biz de biraz ölüyüz.


RUHİ BEY

Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgürdür
İnsan
     yaşıyorken
               özgürdür.


V

4 Mart 2020 Çarşamba

Sufizm ve Vahded i Vücud



Kamu şeyde menem ayn-ı hakikat
Sıfat-ı zat-ı mutlak bahr-i hikmet

Hemann menem dahı çün ü çera yok
Ne Mansur u ne Bagdad ne Enel-Hak

Derya-vü umman menem gevher-i kan bendedür
Aç gözini anlayu bak hem iki cihan bendedür

Cism ü suret menem delil ü bürhan menem
Sud menem ziyan menem işde dükkan bendedür

Maksad-ı insan menem gerdiş-i devran menem
Mekteb-i irfan menem işde nişan bendedür

Bagdad-ı ayyar menem cümleye serdar menem
Bürhan-ı esrar menem sırr-ı nihan bendedür

Zahid ü Tersa menem Mescid-i Aksa menem
Mürde-i İsa menem yahşi yaman bendedür

Muhit-i Zevrak menem Hak menemdür Hak menem
Tamu vu uçmak menem cümle mekan bendedür

Evvel ü ahir menem gani ve fakir menem
Zakir ü mezkur menem küfr ü iman bendedür

Cümleye ma’bud menem Kabe menem put menem
Ademe maksud menem işte fulan bendedür

Zerre ve güneş menem gizlü menem faş menem
Her ne ki var uş menem can u canan bendedür

Kaygusuz Abdal menem cümledeki can menem
Evvel ü ahir menem genc-i nihan bendedür


Yukarıdaki örnek Sufi metafiziği hakkında açıklayıcı bir baş yapıttır bizim için. Tasavvufta "Vahded i Vücud" denilen varlık felsefesi birkaç satır ile yukarıda Kaygusuz Abdal tarafından çarpıcı bir şekilde açıklanmıştır. 
Vahded etimolojik olarak "birlik" anlamına gelir. Vücud ise mevcud kelimesi ile aynı kökteki "vcd" kelime kökünden gelir ve anlamı "varlık"tır. Tabii bizim tasavvuf ile selamlaşmamız 2014 yılına dayanır. Kısacası Vahded i Vucüd varlığın tek bir yapı olduğunu kabul etmektir. Var olan tek gerçek Tanrıdır. Evren Tanrının cisme bürünmüş halidir. Evrendeki her şey de Tanrının bir parçasıdır. Hallac ı Mansurun "en el hak" (Ben Tanrıyım) söylemi tam olarak budur. İnsan yoktur. Tek bir Tanrı vardır ve her şey ile bir bütündür. Bunu savunan kişi Tanrının, iyiliğin kötülüğün olmuş olabilecek her şeyin bünyesinde bulunduğunu savunur. İman da küfr de bendedir der Alanyalı Abdal.
Hallac ı Mansur, Mevlana Rumi, Kaygusuz Abdal gibi önderler Sufizmin başını çekerler. 
Sufizm basit bir şekilde İslamın mistik yüzüdür. Görünenin altında gizli bir anlam olduğunu savunur. Bunu reddetmek ya da kabul etmek büyük bir risktir ve biz bu riski sonuna kadar almış bulunmaktayız.
Bu olguyu açıklamak bize düşmez fakat bahis ve düşünce her birey için kaçınılmaz, mutlak bir özgürlük dahilindedir.